Yadsıtılamayacak bir gerçek “Aldatma.”
Mitoloji veya anlatıların insanın ilk varoluşundan bu yana olduğunu varsaydığı ve bunu kabullendiği aldatma eylemini her zaman en az iki tarafı olduğunu kabul eder. Gerçek böyle midir peki! Aldatma dürtüsü ne zaman başlar, nasıl gelişir, nasıl sonuçlanır? İlla ki çoğullaştırılmış bir olgu mu olmalı?
İlk evre; “Tetiklenme.”
Yaşananlar ve yaşatılanlar gösteriyor ki aldatma her zaman tek kişilik bir eylem olarak başlıyor. Nadiren de olsa kısa olan bir süreci var ama genellikle uzun ve meşakkatli bir evre aslında. Tetikleyici bir eylem ya da düşünce her zaman ilk fitili ateşler. İnsanlar bu durumu önceleri inkâr etse de kendi kendilerine zamanla kabulleniyor. Zihinleri kendilerini ikna ediyor ve ikinci evre başlıyor. Tabi buna çevresel etkenler de dahil olunca kabullenme daha ikna edici bir hal alıyor. Peki neler tetikliyor hiç dikkat ettiniz mi?
Eğer bu eylem iki kişi arasında ise bazen güven bazen de zayıf bağlar tetiklenmeye ön ayak olabiliyor. Yalanın da bu tetiklemeler arasındaki yeri büyük tabi ki. Her ilişkinin temelinde güven yatar ve bunu ilerleyen aşamalarda inceleyeceğiz ama fikir vermesi açısından belirtmek isterim ki aşırı duyulan güven karşı tarafta bir rahatlık, bir gevşemeye neden olabilir. Bu gevşeme de ilişkinin bağlarının zayıflamasına ve zamanla kopma noktasına gelmesine neden olabilir. Zincirleme reaksiyon gibi. Birlikteliğin zemininde yatan nedenler ne kadar zayıfsa süreç o kadar sorunlu olabiliyor. Başarıyla söylenmiş bir yalan kadar tehlikeli bir konu yoktur. O yüzden yalanın ilişki içindeki yeri temelin bir üst seviyesidir. Alışılmış ve alıştırılmış yalan zincirlemesi büyük bir tetikleme unsurudur ve en tehlikelisidir. Eylemi gerçekleştiren kişide zamanla eylemin doğrulu konusunda ikna edici bir hale dönüşür.
Tetikleyiciler sadece güven eksikliği ve zayıf bağlarla sınırlı değil elbette. Monotoni, tatminsizlik, intikam arzusu gibi faktörler de çok görülen tetikleyiciler arasındadır.
İkinci evremiz “İnanmak.”
Eylem hala tek kişilik devam ediyor. Yaşanmışlıkların ve yaşanmamışlıkların verdiği etkiyle ikna edilmiş bilinç altı oluşuyor. Buna bir de kurguları eklerseniz zihinde alabileceği hali siz düşünün. İkna edilmiş bir kişiyi kolay kolay değiştiremezsiniz değil mi? İnsanlar yaptığı eylemlerde kendilerine hak verdiği ve doğruluğu tartışmalı alıntılar ile desteklediği zaman inanma evresi başarıyla gerçekleşmiş oluyor.
Şair İsmet Özel’in de dediği gibi “İkna edilmişlerle yola çıkılmaz.”
Kendi kendini ikna etmiş birinin ne kadar tehlikeli olabileceğini çevrenizde rahatlıkla görebilirsiniz, en az bir kişi mutlaka vardır. Bu evrenin ne kadar süreceği kişinin yaşam tarzına ve hızına bağlıdır. Bazen bir duyum süresi kadar bazen de günler hatta haftalar. Hele bir de manipüle veya ikna yeteneği gelişmiş bir bireyse vay haline. Burada ilk sorumlu ya da sorunlu kendi gibi görünse de çevresel etkenler de bir o kadar etkili. Yaşadıklarının kendi açısından yanlış olduğunu düşünen birey (burada yaşadıklarına yaşayamadıklarında dahildir.) bunları düzeltmek yerine farklı seçenekler üzerinde yoğunlaşıyor, kolayına geliyor yani. Bu kolaya kaçmanın altında yatan asıl gerçek ise daima “güvendir.”
Söylenebilmiş yalanların karşısındaki kişi ya da kişilerin manipüle edilmesindeki rolü için sayfalarca makaleler yazılabilir ama ben kısaca değineceğim. Doğruluğuna inandırılmış bir yalanın söyleyen açısından açık bir kapı olarak görülmesi ve bu kapının her koşulda kullanılabilir olması, söylenen tarafından da inanılmış olarak görülmesi ilişkinin gidişatı açısından ilerleyen zamanlarda geri alınamaz sonuçlar doğuracağı aşikardır. Burada sorgulayıcı olmak ve güvenin korunması en temel prensiptir.
Güven üzerine filozoflar ve düşünürler zaten yazılacak her şeyi yazmış, yeterince kafa patlatmışlar ama yine de değinmekte fayda var. İlişkilerin temeli diyebileceğimiz bu his çok kompleks bir yapıya sahiptir, oluşması zaman alır ama kırılgan bir yapıdadır. Bardak teorisi gibi yani, milyonlarca kum tanesinin birbirine ısıyla yapışmasından oluşur, eski haline gelmesi neredeyse imkansızdır. Ama kırılgandır, kırılırsa eski halini asla almaz. O yüzden Aldatma ile direkt bir ilişkisi vardır.
Üçüncü evremiz “Eylemsellik.”
Olay burada tek kişilik olmaktan çıkıyor işte. Her ne kadar düşüncesi bile rahatsız etse de insanı, eylemi gerçekleştiren açısından hazırlanmış haklı sebepler var, bunları yukarıda saydık. Etkisi bir ömür sürecek ve keskin izler bırakacak bu eylemsellik hali eylemi gerçekleştiren ve eyleme maruz kalan olarak iki şekilde değerlendirilmeli.
Eylemi gerçekleştiren açısından eğer oluşmuş bir vicdan yapısına sahip ise zamanla rahatsız edecek ama kendini ikna seviyesinin geldiği nokta itibariyle susturmayı başaracak ya da halk diliyle vicdan azabı çekmeye başlayacak zamanla. Her iki durumda da kendini inandırdığı doğrular bu duyguyu bastıracak.
Eyleme maruz kalan ya da kalanlar açısından duruma göre ya tam bir yıkım olacak çünkü burada doğru ikili ilişkilerin temeli her zaman güvendir, kırılacak ya da kendi eylemselliğine başlayacak, burası biraz tehlikeli çünkü ya görmezden gelecek ya da inanmama seçeneğini kullanacak. Bu durumu şöyle açıklayabiliriz; yoğunlaşmış duyguların fazlalığı.
Doğruluğu sorgulanmamış söylemler her ne kadar güven ilişkisine ters düşse de yalana dönüşebilir ve sorgulanmadığı sürece bu yalanlar ve devamında gelecek eylemler tekrarlanmaya müsait olabilir.
Yine eyleme maruz kalan açısından eğer ilişki bir zaruret temeli barındırıyorsa ki bu karakter olarak aynı eylemlere meyilli olma ya da içsel bir huzursuzluğun getireceği psikolojik sorunlarla devam etme olarak görülebilir. Bu durum sağlıklı birey olma çizgisinden kopmak demektir ve ileride gerçekleşecek eylemlerin temelidir.
Son evremiz “Aldanma.”
Her ne kadar bu aşamaya kadar gelen bireylerin kabullenmediği bir durum olsa da tabiatı gereği “Aldatma” olgusunun sonucudur, tek kişiliktir, değiştirilemez. Başkalarına karşı yapmış olduğu bu eylemin ilk kaybedeni olarak asıl aldatılan her zaman kendi benliği, kendi duygularıdır. Göze alamadığı savaşların hükmen kaybedenidir aslında. Her şeyden önce kendini aldatmıştır ve bunun da farkında değildir, kim bilir belki de görmezden geliyordur. Bu uzun vadede ilişki içerisindeki ortak kazanımların ve ortak faydaların bu şekilde zedelenmesi, ilerleyen zamanlarda ilişkide çeşitlilik olgusunu doğuracaktır. Bu da kişide karakter bozukluğu, özgüven patlaması, içsel huzursuzluk ve hiçbir şekilde tatminkâr olmayan bir ruh hali ortaya koyacaktır.
Uzun lafın kıssası;
Kendi içinde çıkmazları olan, basit gibi görünse de evreleri olan ve her birinden geçen insan bu eylemi her zaman kendi doğruları çerçevesinde gerçekleştirir. İnanmak ya da inanmamak size kalmış, aldatan açısından bir sorun yok çünkü.