Sabahın ilk ışıkları odanın penceresinden vururken Kerem çoktan uyanmıştı. Bir planı yoktu güne dair ama ablası geleceği için kahvaltıya kadar oyalanmak zorundaydı. Sessiz sedasız lavabonun yolunu tuttu, geçerken de annesini kontrol etmeyi ihmal etmedi. Hala uyuyordu o yüzden biraz daha serbestti. Elini yüzünü yıkadıktan sonra bir süre aynada kendini izleyen Kerem, “Ben bugün kitabı bitirmeliyim” dedi. Hem Süheyla’nın bir adım önünde olacaktı hem de kitabın şifresini çözerken avantajlı olacaktı. Odasına geçtikten sonra hemen çantasından kitabı çıkardı ve “Daha çok varmış bitmesine ya!” diye söylendi. Gerçekten kalın bir romandı ve bitirirse kendisine ödül vermesi gerekecekti.

Ablasına da söz vermişti en azından bu kitabı bitirecekti ve bir şekilde anlatacaktı. İşin kötüsü kitabı bitirmek miydi yoksa anlatmak mı bilemiyordu. Bir süre sessizce kaldığı yerden okumaya devam etti. Tam Ender’in paragrafına gelince, “Çıktı bizim dengesiz sahneye” diye söylendi yüksek sesle. Ardından annesinin uyuduğu aklına geldi ve kısa bir süre uyanıp uyanmadığını dinledi. Hala uyuduğunu anlayınca “İçinden oğlu içinden” diye mırıldandı.

Kentin diğer köşesindeki Süheyla da uyanmış, kahvaltısını yapmış dışarıya çıkmak için hazırlanıyordu. Gözleri yarı açık annesinin yanağına bir öpücük kondurup “Hadi kaçtım ben” deyip çıktı evden. Koşar adımlarla tren istasyonunun karşısındaki pasaja gidecekti eğer açıldıysa bu saate. Pek uğradığı yerler değildi buralar ama pasajın kapılarının açık olduğunu görünce sevindi. Girişteki eskimiş mermer merdivenleri üçer beşer çıkmaya başladı. Hemen sağdaki merdivenlerden de yine aynı hızla çıktı iki kat boyunca. Tam kata gelince sahafın kapısının kapalı olduğunu gördü. Kapının dibine kadar yaklaşan Süheyla, ellerini başına siper yaparak içeriyi kolaçan etmeye çalışırken arkasından bir el omuzuna dokundu. “Daha açmadık ama istersen açalım kızım” dedi Sahaf Yakup. Bu tepkiyi hiç beklemeyen Süheyla “Ayyy” diye ufak bir çığlık atarak arkasını döndü. Biraz korkak biraz da şakın bir ifadeyle “Özür dilerim, kusura bakmayın bir kitap arıyordum burada vardır diye koştura koştura geldim”. Sahafın yüzünde uzun bir zamandan sonra hissettiği mutluluk tebessüme dönüştü. “Bakalım evladım var mı yok mu, bende merak ettim şimdi seni sabahın bu saatinde buraya getiren kitabı.” Çantasından anahtarları çıkaran Sahaf Yakup kapıyı açtıktan sonra “Bak karşı duvarda diyafon var, hadi oradan iki sabah kahvesi söyle ben de ışıkları açayım, içersin değil mi?” Sabah sabah karşılaştığı bu sempatik durum hoşuna gitmiş olacak ki “içerim elbette, nasıl olsun kahveniz?” diyerek karşılık verdi. “Güzel olsun” diye gülümsedi arkasını dönerek.

Pek bir anlam veremese de diyafondan bir sade bir de güzel kahve söyledi. “Gel otur bakalım, kahvelerimizi içelim sonra kitabına bakarız.” diyerek yer gösterdi çalışma masasının yanında. Çok geçmeden elinde askılı tepsisiyle boyu ancak bacak kadar olan bir yumurcak girdi içeriye. “Sabah-i şerifleriniz hayır olsun Yakup amca” diye selamını da vererek masanın başına kadar geldi. Kolunu tam yukarıya kardırarak “Buyurun sabah kahveniz” dedi soluk soluğa. Gayri ihtiyari bir şekilde “Benimki sade olacaktı, hangisi” diye seslendi yumurcağa Süheyla. “İkisi de sade abla, al sen birini” diye çıkıştı bacak kadar boyuyla. Yarım ağızla gülen Sahaf Yakup, “Güzel kahve sade olur kızım, afiyet olsun”…

5 1 vote
Article Rating