Bir insan ne zaman yada sevmenin hangi evresinde hissettiği bu duyguların aşk olduğunu anlayabilir ki? Bizler sevdiğimiz iki gün görmeyince, sesini duymayınca yada haber alamayınca birkaç gün deliye döneriz, özleriz. Sen nasıl dayandın ve Adam diye insan soruyor kendi kendine.

Yıllarca uzaktan izlemiş O’nu, yaklaşamamış hiç beş metre bile yakınına. Mevsimler geçmiş üzerinden, hazan mevsimini bile katmış sıraya ama kavuşamamış. Anladığım kadarıyla vermemişler kızı. Evin tek kızı olduğundan tüm taliplerini geri çevirmişler. Yaşı da ilerleyince zaten kimseyi de istememiş.

Seni ilk gördüğüm yerdir benim sılam, geri kalan her yer bana gurbet

İtiraf edeyim bu cümleyi defalarca okudum. Okudukça saygı duydum. Bir insan avareliği nasıl benimseyebilir, nasıl herşeyden ve herkesten vazgeçebilir bir sevgi uğruna! Tam üç yıl sürmüş ilk gördüğü yerde yeniden görebilmesi. Kasabanın pekte işlek olmayan, yalnızca bir iki esnafının olduğu bir sokak ve sokağın başında yorgunluktan bir kenara yığılmış genç bir adam. Bir daha geçip geçmeyeceği meçhul bir güzelliği beklemek ve buna inanmak! Üç gün susanın yerine yenisinin bulunduğu bir zamana göre fazla bu sevgi. Yada dedim ya, bizimkiler sevgi değil.

“Seni” kelimesinin hiç süslendiğini gördünüz mü? Çiçekler çizmiş ufak ufak etrafına kelimenin. Bir kadın bundan daha nazik ve daha naif nasıl resmedilebilir ki! Birine bu kadar derin duygular beslemek ve bunu O’ndan habersiz yapmak, deli cesareti. Kızın haberi dahi yok adamdan. “Dükkândan çıktığında benden tarafa doğru kısacık bakmıştım, hatırladın mı?” diye yazmış. Mezarından kalksa bir cevap verecek ama…
Adam da ben gibi düşünmüş olsa gerek bir satırı üç nokta ile başlatıp bitirmiş. Galiba burada mezarı başında konuşmuş onunla. Cevabını kendinde saklı.

Can kardeşi anlatıyor…
Evine kadar takip etmiş kızı hissettirmeden. Kasabanın çıkışında, bahçe içinde kocaman bir ev, etrafı da çiftlerle çevrili. Uzunca bir süre uzaktan izlemiş, ama her nedense görememiş hiç. Aylar sonra yine kasabada dolanırken büyük bir kalabalık ve o kalabalığın önünde iki tabut. Ardında da O en ön safta. Koluna iki kadın girmiş teselli ediyor. Bizimki bir koşu tabuta omuz veriyor, içinde anlamlandıramadığı büyük bir acı ile. Kendi anne ve babasını kaybeden birinin bu acıyı hissetmesi çok doğal. Defnediyorlar gün batmaya yakın, dağılıyor herkesler. Kız, yanındaki kadınlarla beraber bir köşede ağlıyor, bizimki mezarları düzeltiyor elleriyle üstü başı çamur içinde. Orada fark ediyor ilk kız O’nu. Uzun uzun izliyor ama yanaşamıyor annesinin babasının mezarına.

Bir kaç gün geçtikten sonra kız öğreniyor kim olduğunu. Ama yasta, üstelemiyor durumu.
Bizimkisi yine evinin etrafında dolanıyor görebilmek için O’nu, belkide başsağlığı dileyecek görse. Ertesi gün asılı bir çanta görüyor çitlerin üzerinde, anlıyor kendisi için olduğunu. Alıyor çitlerin üzerinden ve ağacın yanında açıyor. Bir kaç parça yiyecek ve bir kağıt çıkıyor içinden. Kısa bir teşekkür ve veda yazısı. O an ne hissetti bilmiyoruz, bize de söylemedi ama kendi kendini ortadan kaybetti üç gün.

Üçüncü günün sonunda kapısına gidiyor, bir süre konuştuktan sonra hemen evine dönüyor. Çok defaları sorduk ne konuştunuz diye ama inanın bize bile söylemedi. Her gün aynı saatte çitlerde buluşuyorşarmış ama birbirlerine hiç yaklaşmamışlar. Anlamadık tabi o zamanlar neden böyle buluştuklarını. Ta ki o güne kadar. Kız da annesi ve babası gibi aynı hastalığı taşıyormuş. Dayanamamış, yummuş gözlerini. Bizimki kasabanın ortasından, kucağında sevgiği kızla ağlaya ağlaya geçmiş ahalinin meraklı bakışlarının arasından. Kasabanın çıkışındaki kendi arazilerinin tepesindeki koca çınarın hemen yanına defnetmiş kızı. Başı çok belaya girdi sonra jandarma ile ama kasabanın ileri gelenleri halletti meseleyi. Meğer kızın isteğiymiş oraya gömülmek. Bir daha da O’nun başından ayrılmadı ölene kadar.

0 0 votes
Article Rating